Günlük İş Ne Demek? Gücün, Kurumların ve Vatandaşlığın Görünmez Ritüeli
Bir siyaset bilimci için “günlük iş”, yalnızca ekonomik bir faaliyetin değil, iktidarın mikro düzeyde yeniden üretiminin bir sahnesidir. Her sabah aynı saatte kalkmak, işe gitmek, görevleri yerine getirmek… tüm bu rutinler yalnızca bireyin yaşamını düzenlemez; aynı zamanda toplumsal düzenin devamlılığını sağlar. Ancak bu düzenin kimin çıkarına işlediği, kimlerin görünmez kıldığı bir emeğin arkasında kaldığı sorusu, siyasetin tam merkezinde yer alır.
Güç İlişkileri: Rutin mi, Disiplin mi?
Günlük iş denildiğinde çoğumuzun aklına maaş, görev tanımı ya da ofis gelir. Fakat siyaset biliminin bakış açısından, bu basit görünen eylemler güç ilişkilerinin en somut görünümleridir. Michel Foucault’nun ifadesiyle iktidar, sadece yasa koyucu kurumlarda değil, bedenlerin, alışkanlıkların ve zamanın yönetiminde de saklıdır.
Her gün işe giden birey, belirli bir disiplin rejiminin içinde hareket eder. Zamanını, dilini, hatta bedenini kurumların çizdiği sınırlar içinde biçimlendirir.
Peki, bu disiplin gönüllü mü? Yoksa toplumsal onay mekanizmasının ürünü mü?
Kurumlar ve İdeoloji: Günlük İşin Siyaseti
Her kurum, yalnızca görevlerin yerine getirildiği bir yer değil, aynı zamanda bir ideolojik düzenleme aracıdır.
Bir kamu dairesinde, bir özel şirkette veya bir üniversitede fark etmez — kurumsal yapı vatandaşın davranışını, dilini ve aidiyet duygusunu şekillendirir.
“Günlük iş” bu bağlamda, kapitalist düzenin en sessiz ama en etkili aracı hâline gelir.
İdeoloji, bireyi özgür hissettirirken aynı anda onun eylemlerini sınırlar.
Bir çalışan “ben sadece işimi yapıyorum” dediğinde, aslında sistemin devamlılığını sağlayan bir itaat biçimini yeniden üretir.
Vatandaşlık ve İktidarın Gölgesinde Emek
Vatandaşlık, çoğu zaman haklar ve sorumluluklar üzerinden tanımlanır. Oysa “günlük iş” pratiği, vatandaşın bu hakları nasıl deneyimlediğini doğrudan etkiler.
Toplumsal statü, ekonomik bağımsızlık, hatta siyasal katılım — tümü, bireyin üretim sürecindeki konumuyla iç içedir.
Bir vatandaşın çalıştığı yer, nasıl konuştuğu, ne kadar kazandığı ve hangi kurumlarla ilişki kurduğu; devletle arasındaki mesafeyi belirler.
Bu durumda şu soruyu sormak kaçınılmaz hale gelir: “Gerçekten özgür bir vatandaşlık, ekonomik bağımlılıkla nasıl bir arada var olabilir?”
Cinsiyet, Güç ve Günlük İşin Toplumsal Anatomisi
“Günlük iş” aynı zamanda toplumsal cinsiyetin de yeniden üretildiği bir alandır. Erkekler genellikle güç, strateji ve hiyerarşi odaklı bir iktidar dili kurarken; kadınlar toplumsal etkileşim, katılım ve dayanışma üzerinden daha demokratik bir siyaset üretir.
Bir erkek için iş, “başarı ve kontrol” anlamına gelebilir;
bir kadın içinse “katılım ve görünürlük”.
Bu fark, yalnızca bireysel tercihlerin değil, sistematik olarak şekillendirilmiş toplumsal rollerin sonucudur.
Ancak son yıllarda, kadınların örgütlü emeği ve kolektif bilinci, iş hayatının güç merkezlerine yeni bir ahlak, yeni bir katılım biçimi taşımaktadır.
Rutinlerin Politikası: Sessiz İtaatten Direnişe
Günlük işin tekrarı, zamanla bir tür itaat üretir.
Ancak aynı tekrarda, direnişin tohumları da gizlidir.
Bir çalışan toplantıda söz almayı seçtiğinde, bir kadın iş yerinde eşit ücret talep ettiğinde veya bir yurttaş çalışma koşullarını sorguladığında, gündelik iş siyasal bir eyleme dönüşür.
Rutin, artık yalnızca üretimin değil, eleştirinin alanı haline gelir.
Sonuç: Günlük İş, Günlük Siyaset
“Günlük iş” kavramı, sıradan görünenin ardında yatan politik gerçeği açığa çıkarır.
Her sabah çalan alarm, her doldurulan form, her toplantı… bunlar yalnızca bireysel görevler değil, bir toplumsal sözleşmenin yeniden teyididir.
Siyaset bilimi açısından bakıldığında, günlük iş hem iktidarın aracı hem de özgürlüğün sınavıdır.
Sorulması gereken belki de şudur: “Günlük işlerimizi kim için yapıyoruz — kendimiz için mi, yoksa iktidarın düzeni için mi?”
Bu soru, her siyaset bilimcinin değil, her vatandaşın da kendi gündelik yaşamında yanıtlaması gereken bir çağrıdır.